16 Ekim 2017 Pazartesi

Sınanmadığımız Acılar...

Doğamız gereği bir çalı parçası gibiyizdir. İnce bir çalıyı kolay şekilde ikiye kırıp ikisini yan yana getirip yine kolay kırabiliriz. Bu işlemi tekrarladıkça kırmak güçlenir. Bizler de böyleyiz. Önceleri kolaylıkla kırılabilirken, kırılmalar fazlalaştıkça artık kırılmamayı öğreniriz. Dayanıklaşırız çünkü. Parça parçayızdır belki evet ama güçlüyüzdür artık.

Peki ne kadar kırılmak gerekir acıtmaması için canı, kaçıncı defasında güçlüyüzdür artık?

Hiçbir şey hissetmeyecek kadar hissizleşmek nedir iyi biliyorum. Soğuğu, sıcağı, başka bir acıyı... Çeşit çeşit oluyor acıya dayanma gücü. Bazısı tek bir "Hayır" kelimesinin yükünü atamıyor misal günlerce üstünden. Bazısının acısını dinlerken için parçalanıyor ve bakıyorsun hala ayakta. Herkes kaldırabileceği kadarı ile sınanıyor muhakkak. Kimisinin bir "Hayır" kadar gücü, kiminde de  tonlar yük omuzlarında.

Birçok şey ile sınandım, bazıları gerçekten çok ağırdı. Derin derin yutkunmalar gerekiyordu geçmesi için, için için ağlamalar. Ve göz pınarlarımı doldurmamam gerekiyordu, mutlu görünmem. Ve mutlu görünüyordum, huzurlu hatta. Hatta dışarıdan kime sorsan "Dünya umurunda değil bunun" derlerdi, o kadar umursamaz görünüyordum. Ve hatta ki gözleri ışıltılı. Demek ki bir hayli üst üste katlanmıştı o çalılar artık. Zordu kırmak. Zaman zaman düşünüyorum da artık alındığım ve kırıldığım bir şey yok benim. Önceden de her şeye alınan bir insan değildim fakat kırılgandım, bir "Hayır" kelimesine bile kırılanlardandım.

Sonra düşündüm hayatımdaki kadınları, onların acılarını. Bazılarının ayakkabılarını giyip onlar gibi düşünmek istedim, ne yaşamışlar anlamak için. Yapamadım. Çok ağırdı. Ve bu insanlar biraz öfkeli, biraz aksiydi yapı olarak. Ve bence biraz öfkeli olmaları, biraz aksi olmaları sakinleştirilmiş haldi onlar için.

Çünkü, kocası son anda ipten alınan, bir çocuğunu genç yaşında kazada kaybetmiş, diğeri defalarca ölümden dönen, diğer çocuğuysa çeşitli hastalıklarla yaşayan ve dört yıl boyunca tek dünyası o olan eşinin her gün ölüşüne şahit olan bir kadının normal olması beklenemezdi. Hatta öfkeli olmak, aksi olmak, evhamlı olmak sadeleştirilmiş haliydi acısını belli etmenin.

Sonra dedim, giyemediğin ayakkabının acısını nasıl bileceksin, şükret acılarına. Teslim ol acıyı gönderip seni sınayana. 

Bilmiyorum ne zaman büyüdüm bu kadar? Herkesi affedecek kadar, çok şeye susacak kadar. Ve susadım demeyecek kadar. Ama büyüdüm. Ve beni büyüten tınılar dolusu kahkalarımın arasındaki nefesimin ciğerime ulaşmasını engelleyen acılarımdı. Misafirlerimdi yani. Geldiler bir çıtayı diğerinin üstüne eklediler ve gittiler. Her geldiklerinde bir kat daha büyüttüler, beslediler. Sonra bir baktım ki olayları sadece kendi gözlüklerimle görmüyorum, başkalarının gözlüklerini de takabiliyorum. Başkalarının ayakkabılarını giyebiliyorum, yürüyemesem de bu onların tarafından bakabilmemi sağlıyor. Bu insanı hataya düşmekten alıkoyan bir şey. Yargılamaktan, ön yargıdan, nefsine uyup bir dolu söz söylemekten alıkoyan bir şey. Bu bir nimet.

Ve söyleyebilirim ki insanları anlayabildiğimden bu yana daha açık bir beynim, daha sakin bir aklım, çok daha yumuşak bir kalbim var. İnsanları anlamaya çalışmak, onları yargılamaktan çok daha kolay, çok daha masrafsız, zararsız. 

Hem kim istemez ki daha az yorgun bir beyne, daha hesapsız bir kalbe sahip olmayı? Öyle değil mi? 


O halde bir sonra ki yazı için sözleşiyoruz :) Sevgiler... 




















10 Ekim 2017 Salı

Kayınvalidem ve Ben

Bugün eskiden de zor olan fakat günümüzde çok daha zorlaşan bir konudan bahsetmek istiyorum. 

"KAYINVALİDE GELİN İLİŞKİSİ"

Eskilerden bu yana "Kayın" kelimesi işin içine girince sanki dişlerini çıkarıp tırnaklarını göstermen gerekiyormuş gibi bir durum oluşmuş. Bunun oluşmasını elbette bir şeyler hazırlamış olmalı, yoksa biliyoruz ki ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Belki kendisi de gelin olan ve bunu bütün zorlukları ile yaşamış ve çocuğuna tırnak içinde söylemek gerekirse Erkek Çocuğuna aşırı düşkünlük, aşırı derece de fazla sevgi, akabinde kıskançlık ve paylaşamama gelin kayınvalide ilişkilerini olumsuz yönde mayalamış durmuş. 

Aslında bu ikili ilişki ülkenin farklı yörelerinde farklı şekillerde yaşanıyor olsa da alt yapı olarak benzerlikleri var. Ben Egede büyümüş bir çocuk olarak bunun çok yumuşatılmış haline şahit oldum her zaman. Annem ve babaannem arasında bir ip vardı bu ip hiçbir zaman serbest kalmadı ve tam olarak da gerilmedi. Zaman zaman şikayetler oldu elbette, söylenmeler, içten içe kızmalar. Ama hiçbir zaman ikisinin karşı karşıya geldiğine şahit olmadım. Aslında babaannem, babaanneliğini annem de torunlarının anneliği işini iyi oturmuştu. Babama da iyi bakıyordu, saygısını koruyordu, babaannem ve diğer akrabalar geldiğinde tebessümünü ve ikramını eksik etmiyordu. Bunlar sanırım ikisinin ilişkisini yolunda tutmak için yeterliydi. Bir gün bir olay olmuş ve annem babaanneme kızmıştı gıyabında ona  "Anne babaannemi sevmiyor musun artık?" diye sormuştum. " O nereden çıktı" demişti. Ona kızıyorsun dediğimde. " Babaannen çok iyi bir kayınvalide, hiçbir şeyimize karışmaz, geldin mi gittin mi demez, evime gelene gidene söylenmez, ondan şikayet edemem." demişti. O zaman bu dediğine inanmamıştım, beni geçiştirmek için öyle söyledi sanmıştım, çünkü kızmıştı bunu görmüştüm. Ama çok sonra anlamıştım, annem o gün doğru söylemişti. Babaannem çok iyi bir kayınvalideydi. Hem ara ara dua bile ederdi, "İnşaAllah senin karşına da babaannen gibi bir kayınvalide çıkar" diye, insan duasına sevmediği bir şeyi dahil eder miydi hiç?

Sonra zaman geldi ve ben İç Anadoluya gelin gittim. Gelip gördüğüm şeyler hiç hoşuma gitmemişti. Kayınvalidem son derece dediğim dedik, son derece otoriter, son derece meraklı ve inatçı ve inanılmaz oğluna düşkün bir kadın çıktı. Yani maç başladığında 5 - 0 mağluptum. Taban tabana zıt görgüler, gelenek, aile yapısı. Bir de bunların hepsine eklenen kayınvalidemin aşırı derecede olan insanlar ne der tutumu. Nasıl uyum sağlayacağımı bilmiyordum. Evden çıkarken annemin nasihati böyle durumlarda hep kulaklarıma çalınıyordu " Sakın bir gün bile saygısızlık ettiğini, karşılık verdiğini duymayacağım, söylenirse söylenecek, kızması gerekirse kızacak sensin demeyeceksin. Böbürlenmeyeceksin, evine geldiğinde güler yüzünü eksik etmeyeceksin, ikramda kusur etmeyeceksin. Güzel geçin. Kendini de ezdirme." Ve bunları hayatı boyunca bana kızmamış olan annem söylüyordu. Şimdi her şey tamam da bütün o söylenen cümleler ile sonda söylenen cümle yan yana nasıl olacaktı. Cahildim, çabuk sinirleniyor ve yeri geldiğinde tahammülsüz olabiliyordum. Suratımın asık olduğu zamanlar da elbette olmuştu. Bir şey olmalı bir yolu olmalıydı anne kız olabilmenin, aradaki el kelimesini atabilmenin. Ortak noktamız ikimiz de aynı adamı çok seviyorduk.

Tabii ki birbirimizi tanıma zarfında keşfettiğim başka şeyler oldu. Sert bir mizacı olan kayınvalidem çok merhametli bir insandı, zamanında gelin kelimesini iliklerine kadar hissettirmişlerdi, bastırmışlar ve susturmuşlardı. Ama o bütün ezilmişliğine rağmen insanları kırmamak için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Görgülerine göre kendi çocuğunun yemeğini bile kendisi yedirememiş, çocuklarını gönlünce sevememiş, eşine ismi ile bile hitap edememiş olan kadın ona bunu yapanlara sevgiyle yaklaşıyordu. " Aman yavrum herkes ettiğini verecek öte tarafta, biz taş atana ekmek atalım." diyordu. Doğru söylüyordu. Yaşantısını öğrendikten sonra onun o dik konuşuşuna, inadına, aksi, dediğim dedik tavırlarına aldırmamayı öğrenmiştim. Çünkü yılların birikmişliği vardı üstünde. Annemin bana tembihlediği ne varsa onu yaşıyordu, tek bir farkla kendini ezdirmemeyi başaramamıştı. Ki kendisi de beni ezmeye çalışmadı hiçbir zaman. Bir vakit sonra fark ettim ki ben seviyordum bu kadını. Çünkü ona hiçbir zaman kayın-validem  gibi bakmadığımı validem gibi baktığımı fark ettim. Bütün düğüm burada çözülüyor aslında. Anne gibi görmek. 

Eğer eve gittiğim gibi kalmayı ve annemin nasihatlerine uymamayı seçseydim muhtemelen şimdi sorunlu bir evliliğim, sürekli huzursuzluk içinde olan dünürler ve karısı ile annesi arasında kalan bir kocam olacaktı. Bin şükür ki bunlar olmadı. Çünkü ben evin kızı olmayı seçtim, eşimin annesini anne olarak görebildim, bu o kadar bulunmaz bir nimet ki hele ki benim çevremde, hele ki bu dönemde. Zamanımız olan  bu ahir zamanın gelin ve kayınvalideleri arasında sürekli bir çekişme, sürekli bir istememezlik, geçimsizlik kesinlikle bu sebepten kaynaklanıyor. Anne gibi görmemek. 

Ben şu yaşıma kadar kendime yapılmasını istemediğim bir şeyi başkasına yapmamaya özen gösterdim. Elbette ki eşimin sürekli olarak annem babam hakkında  itici şeyler söylemesi, beni kendisi ve ailem arasında bırakması hatta ailelerimiz arasında soğuk rüzgarlar esmesine sebep olması istemeyeceğim bir durumdu. O halde ben de bunu eşime yapmamalıydım. Benim ailem benim için ne kadar değerli ise onun için de ailesi elbette o kadar değerliydi. Benim annem ayakları altında cennet taşıyorsa onun annesinin ayaklarının altındaki de cennetti. Ben annemin boynunu öperken derin derin kokusunu içime çekiyorsam o da çekmeliydi. Saygıda kusur etmiyorsam o da etmemeliydi. Hatta bunları yapmıyorsa onu teşvik etmeliydim ailesine daha yakın olması için. Ki eşim fazlası ile annesine düşkün bir adamdır. 

Velhasıl kelam, her işin başı sevgi olduğu gibi bu işin başı da sevgi, anlayış ve empati. Boşuna dememiş ya koskoca Peygamber(s.a.v.) " Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma!" Şimdi kayınvalidem ve ben hala aynı adamı çok seven ve artık birbirini de çok seven iki kadınız. Tırnaklarımızı törpüledik, duygularımızı da. Artık karşı karşıya gelinmesi gereken bir konu olduğu zaman ikimiz o çok sevdiğimiz adama karşı duruyoruz. Bunu ben başardım, üstelik çok zor bir kadına, tamamı ile zıt görgüye rağmen. Sevgiyle, anlayışla ve empatiyle... Sen de başarabilirsin...


"Küsmek ve darılmak için  baheneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın." Mevlana

Sevginiz her an artsın...