Buraya not düşmem gereken bir dolu olay oluyor ama bu ara yazamıyorum çok. Fakat bu es geçmek istemediğim bir olay.
Geçen hafta üç günlüğüne Amasra'ya gittik. Amasra muhteşem doğası ile çok da bozulmamış bir ilçe. Denizi güzel. Kocaman kayaların üstünde oluşan ağaçları, taş evleri, tahta yapıları. Mesela polis karakolu, zabıta karakolu, kaymakamlık binası gibi yerler hep tahtadan ve hepsi çok şirin. Parklardaki çocukların oynayacakları alanların birçoğu tahtadan. Kalenin içine yapılmış evleri insana hala o tarihin içinde yaşıyormuş hissi veriyor. O evler arasında tepeye çıkıyorsun ve tepe de ağlayan ağaç var, ağladığı yok tabii ama eski ve neredeyse kurumuş bir ağaç. Burada küçük bir büfe var ve şahane çay yapıyorlar o çayı Tavşan adasına karşı içiyorsunuz. Tavşan adası kayadan oluşan, üstü ağaçlar, martılar ve karabataklar ile dolu küçük bir kaya parçası. Ama manzarası olağanüstü güzel. Mesela otogarı bile deniz manzaralı. Otogarın yanında Osmanlı döneminden kalma Denizcilik okulu var, şimdi müze olarak varlığını devam ettiriyor. Her türlü lüksten uzak, çok keyifli, bıraksalar hiç çıkmak istemeyeceğim sıcaklıkta bir yer Amasra. Doğa, deniz ve tarih bir arada bulunuyor ben daha ne isterim ki :)
Oğlum için gitmiştik daha çok esasen. Denize girsin, eğlensin. Ki çok eğlendi. Giderken "Anne havuz yok nasıl o kadar eğlenirim ki?" diye hayıflanmalarını "Anneciğim havuzdan çok daha fazla eğleneceksin." diyerek ikna etmiştim. Çünkü kaydıraktan hızla kayıp suya düşmek çok büyük keyif benim su kurbağam için. Oraya gittiğinde her denizden çıkışında "Anne iyi ki gelmişiz değil mi çok eğleniyorum" diyerek, kendisi de bunu onaylamış oldu. Kumdan kaleler yaptık, çamura bulandık, hatta vücudunu çamur ile kapladım ve öylece kurudu, yüzdük, su savaşı yaptık, evet denizin içinde su savaşı yaptık :)) su topu oynadık, falan bir dolu keyifli vakit geçirdik. İyi ki de gitmişiz gerçekten.
Üç gün sonra dönecekken birden kulağı ağrımaya başladı, "Anne içinde su varmış gibi oluyor." dedi. Oranın aciline gittik. Durumu anlattık, muayene oldu. Damla ve ilaç verdi doktor. Hemen damlattık birkaç dakika sürmeden kesildi ağrısı. Bir derin nefes aldık. Sonra otobüste ağrısı tekrar tuttu ve ağlamaya başladı. "Anneciğim ağlama geçecek şimdi" deyip sarıldım, kulağını bağrıma yasladım. İşte bunu buraya not almama sebep olan o cümleyi söyledi. "Anneciğim ağlayacağım, çünkü ağlayacağım kadar çok ağrıyor" ... Masum meleğim benim... O anda durdum ve ne diyeceğimi bilemedim, bir kere daha sarıldım, sonra damladan damlattık bir daha, yine hemen kesildi çok şükür ağrısı. Sabah baktığımda kulağından kumlar bile akmıştı. Birkaç gün devam ettik, bin şükür şimdi iyi.
Geriye bu masumluğumuz kaldı. Bir çocuk kalbi ile sevebilsek dünyayı, sadece ağlayacağımız kadar çok acıyan durumlarda ağlasak mesela. Her şeyden şikayetçi olmasak. Bir çamurdan ne kadar mutlu olabiliyorsa çocuk, o mutluluk sarsa bizi.
Ne yapın ne edin ama mutlaka kalbinizi genişletmeye, orayı arındırmaya bakın..
Sevgiler...
20 Temmuz 2018 Cuma
24 Nisan 2018 Salı
Minik Kalbini Sevduğum Uşak
Uzun zaman oldu yazmayalı başka şeyler ile meşguliyetim fazla bu ara onun ile ilgili bir durum. Ama bunu yazmam gerekiyordu, anılar defterimde olması gereken bir incelik çünkü.
Çünkü minuk galbini sevduğum uşak yine beni galbimden vurdi.
Bir çoğunuz biliyorsunuzdur ki geçen hafta Beşiktaş-Fenerbahçe maçı vardı, kupa maçı. Maçta kavga gürültü çıkınca tatil edildi en sonunda. Ama öncesinde Pepe diye bir oyuncu var Beşiktaş'ta o biraz sert bir oyun sergilemiş. Hatta bir defasında resmen Fenerbahçeli oyuncunun ayağına sert bir darbe yapmış kayarak, güya topa müdahale adında. Ama bildiğin ayak kırma operasyonu gibi bir durum. Bu duruma çok üzüldü benim minik paşam. Durup durup;
- Yazık değil mi ya? O da futbolcu değil mi? Neden bu kadar sert oynuyor ki? Ya ayağı kırılsaydı? gibi cümleler ile hayıflandı durdu. Kendisi de futbolcu olmak istediğinden bu bir ders oldu aynı zamanda. Dedik ki "Bak bu yanlış ve sen bunun yanlış olduğunu gördün, sen bu şekilde davranmazsın artık tamam mı annecim/babacım?" " Ben öyle şey yapar mıyım anne çok kötü bir şey bu?" diye de cevabımızı aldık.
Üstünden vakit geçti dün 23 Nisan vesilesi ile evdeydik ikimizde, içeride oyun oynuyordu, ben de yemek yapıyordum. Kalkıp yanıma geldi.
- Anne Pepe Müslüman değil ya ondan aslında biliyor musun?
- Ne demek istiyorsun anneciğim, biliyorum Müslüman değil ama ne demek istediğini anlamadım?
- Müslüman değil işte onun için öyle oynuyor?
Yüzümde belirgin bir tebessüm oluştu.
- Müslüman olmadığı için mi sert oynadığını düşünüyorsun?
- Evet anne. Eğer Müslüman olsaydı merhamet ederdi. Belki ayağını kırarım o da bir daha oynayamaz diye düşünürdü. Ama düşünmedi direkt ayağına girdi.
- Merhametin sadece Müslüman olan insanlarda mı olduğunu düşünüyorsun peki sen?
- Öyle değil mi?
- Merhamet bütün insanlarda olabilir. Merhametli olmak Allah'tan gelen güzel bir duygudur. Müslüman olan insanların da merhameti az olanları olabilir.
- Tamam da anne yabancılar genelde daha sert oynuyor. Onlar pek düşünmüyorlar.
- Tabii olabilir
- Ama Ronaldo Müslüman değil mi anne? O çok yardımsever ve çok düşünceli. Onda merhamet var.
- Ronaldo Müslüman değil ama Müslüman olması en çok istenen tanınmış kişi olabilir. Birçok kişi onun Müslüman olmasını istiyor ben de dahil.
- Yaa(Büyük şaşırarak) gerçekten mi değil, nasıl değil anne sen buna emin misin?
- Evet değil ama bak o da çok merhametli gördün mü?
- Ama anne Ronaldo Müslüman olamaz mı?
- Onun için dua edelim olur mu? Belki Allah ona da nasip eder.
- İnşaallah anne yaa. Neyse ben gidip oynayayım.
Çocuk kalbiyle yaklaşmak olaylara ne kadar basit ve bir o kadar da derin. Şimdi o minnak kalbiyle "Ronaldo Müslüman olsun Allahım" diye dua etti. Belli mi olur belki kabul olur, küçücük bir çocuğun duası koca bir insanın hayatını değiştirir, güzelleştirir. Hayata çocuklar kadar basit bakabilsek aslında, hiç tanımadığımız ve bizi hiç tanımayacak biri için dua edebilecek bir kalp taşısak. Bizi tanımayacak ve belki sevmeyecek olan birilerini bile ondan habersiz sevsek. Arındırsak kalplerimizi, sadeleştirsek. Sadece verdiklerimiz ile değil de aldıklarımız ile de ilgilensek. Belki hafifler omuzlarımızdaki yükler, kalbimizi temizlersek. Belki sevgi ile dolarsa kalplerimiz, kolaylaşır hayat. Belki merhamet edersek, merhamet edilenlerden oluruz da güzelleşir yaşamlar...
"Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır..."
2 Ocak 2018 Salı
BEDDUA
Bir Ramiz dayı etkisi ile konuşacak
olursak “ Mesele sana zulmedene beddua etmek değil yeğen, mesele zulmedene de
dua edebilmekte.” Bir gün Efendimizin(sav) birine kızınca “ Allah(cc) başını
secdeden kaldırmasın” diye dua ettiğini duymuştum. Hani bir şeye inanamadığın
zaman vay be der gibi bir ağız hareketi yaparsın ya. Ben de öyle olmuştum.
Merhamete bak demiştim, içimin en derininde bir ferahlama olmuştu. Ne güzel bir
peygambere ümmettik. Bizi bu güzel Nebi’ye ümmet edene elhamdülillah, layık
olalım inşallah.
Gerçekten mesele buydu. Yoktu öyle
benim kalbim temiz deyip oturmak. Ne kadar temizdi kalbin. Mesela biri seni
incittiği zaman sabrın neresinden bakabiliyordun. Sukut ile karşılayabiliyor
musun, gelen sıkıntıyı, yoksa dilin hemen bedduaya mı dönüyor? Hemen her
öfkende karşı tarafa kötü söz söyleyebiliyorsan, o temiz sandığın kalbi yavaşça
yere bırak. Kirin pasın içinde daha fazla çürütme o kalbi. Eğer seni sadece
öfkelendirene sabır gösteriyor da zulmedene kusuyorsan öfkeni, yine çok çok
temiz değil kalbin. Pekala temiz kalp ne ile ölçülür. Önce bunun muhakemesini
yapmak gerek. Öyle içinden bir şey geçirirsin, bir anda oluverir, birini
göreceğini düşünürsün karşında belirir. Sonra da kalbim ne kadar temiz bak
karşıma çıkıverdi diye düşünenlerdensek eksiğimiz çok demektir. Zira kafirlerin
de her istedikleri anında verilir. Muhakemeyi iyi yapmak gerekir.
Kalbin temizliği Allah(cc) ile olan münasebetin ile
ilgilidir. Allah’a(cc) ne kadar muhabbet ile bağlı olduğun ile ilgilidir.
Gözlerini kapatıp Allah’ın(cc) kalbinde ne kadar yer tuttuğunu düşün, gün
içinde Allah’ı(cc) özleyip özlemediğini, verebildiğin cevap kadar temiz kalbin.
Günün dünyalık telaşına düşüp koşuşturma esnasında hiç aklına Allah(cc)
gelmiyorsa, o telaş bittiğinde yine koşa koşa secdeye oturmuyorsan. Bir köşeye
çekilip içini Allah’a(cc) dökmek için can atmıyorsan, kalbin karanlık, kurumuş
bir kuyudan farksızdır. Hiç Allah(cc) demeden günü kapatıp, başını için
rahatsız olmadan, kendinde bir eksiklik hissetmeden o yastığa koyuyorsan,
kalbinin temizliğine bir Fatiha oku. Zira içi temiz olan kalp Allah(cc) için
atar. O kalbin her zerresinde Allah(cc) vardır. Eğer gün içinde hiç Allah(cc)
ile yalnız kalacak bir vakit bulamaz ise gün bitsin diye dua eder. Dört gözle
bekler o secdeye başını koyacağı anı. Dua vakti geldiğinde derin bir “Ohh”
çeker. O oh da gizli olan ferahlama bütün hücrelerine ulaşır. O oh da dilden
dökülmeyen ama gönülde destanlar yazan bir dolu şükür vardır. Günü de hiç
Allah(cc) demeden kapatmaz zaten her fırsatta için için duasını eder, şükrünü
eder. Allah(cc) ile yalnız kalamadığı her an için tövbe eder. İlla ki ağzından
dökülmez tövbeler, dualar, gözü ile, kaşı ile, gönlü ile, belki derince bir
yutkunma ile Allah ile olan varlığını devam ettirir. Belki her istediği, her an
olmaz ama bilir Allah geciktiriyor ise güzelleştiriyordur.
Kalbi Allah(cc) ile dolu olan insanın gözüne yaş değer ama
gönlüne gam düşmez. Böylelikle öfkesine gösterdiği sabrı, zulmedene de
gösterir. Çünkü bilir Allah’ın(cc) hesabı kullarınınkinden çok daha büyüktür.
Çünkü bilir öfkesini de zulmünü de teslim ettiğinin merhameti de azabı da çok
büyüktür. Kendisini merhametine, zulmedenleri de azabına teslim eder.
Teslimiyet Allah’ın(cc) kullarından beklediği, sabır ile beklediği bir şeydir.
Kalbini Allah’a(cc) teslim eden kişi zulmedenine de dua edebilir. Diyebilir ki;
“ Allah’ım(cc) sen bana zulmetmiş olanları affet, ne olur affet, öyle bir affet
ki başları secdenden kalkmasın. Onları imanın ile bürü, öyle güzel bürü ki bana
ettikleri bu zulmü bir daha başkasına yapamasınlar. Bana çektirdikleri acılar
vicdanlarının efendisi olsun. İmanlı insan için vicdanından daha büyük, mükâfat
ve ceza yoktur. Sen en doğrusunu bilensin, duam bellidir, duam sana teslimdir, cezası
da mükafatı da senin elindedir. Amin”
Bu duayı ilk yaptığımda kalbimi muhakeme etmiştim. Yürekten
mi? Değil mi? O zaman tam olarak yürekten değildi. Teslimiyet konusunda değildi
sıkıntı. Zulmedenler için dua etmek ne kadar doğruydu, bunu düşünmüştüm. Beddua
etmek hiçbir zaman hayatımın bir parçası olmadı. Ama yine de bana acı yaşatan
insanlar için dua etmek, onların affını istemek, affetmek… Bunlar, nefsi olan
biri için kabul etmesi zor şeylerdi. Bu duayı her gün ettim. Bir zaman sonra
fark ettim ki, yürektendi artık. Doğruydu yaptığım, çünkü beddua etmiş
olsaydım, her gün, onlardan bir farkım kalmayacaktı, o acılar hep taze
kalacaktı. Kabuk bağlamayacaktı. Daha da kötüsü, hiçbir zaman kalbimi
temizleyemeyecektim, hep bir yerinde her gün üstüne eklenen bir leke olacaktı.
Nefsim buna bayılacaktı, her defasında, daha fazlasını yapmam için büyük büyük
ilhamlar fısıldayacaktı kulağıma. Ve ben o fısıltıların çoğuna uyacaktım. Çünkü
hayat böyledir, yönün neyeyse, yolun
orayadır. İyilik iyilik ile, kötülük kötülük ile, uyku uyku ile beslenir. Sabır
da bunlardandır, sabrettikçe biraz daha sabretmeyi, sonra biraz daha sabretmeyi
öğrenirsin. Hem Allah’ın(cc) sözü vardı, “Allah(cc) sabredenler ile beraberdir”
demişti, hiç Allah(cc) sözünden döner mi? Allah(cc) ile beraber olanın gönlüne
gam düşer mi? Düşmezdi, düşürmezdi…
Pekala neydi sorun, Allah’ın(cc) verdiği söz neden bize
yeterli gelmiyordu, komşunun bir “Tamam!” deyişine inanırken, neden
Allah’ın(cc) sözünün üstüne söz koymayı daha uygun görüyorduk? Komşunun
ağzından çıkan beş harflik bir “Tamam” kelimesinin neyi daha inandırıcıydı, her
şeyin Sahibi(cc) olandan. Çünkü komşumu her gün görüyordum, dertlerini biliyordum,
o da benimkileri biliyordu, çocuklarını seviyordum, o da benimkileri seviyordu,
gizli paramın yerini bildiği halde anahtarımı teslim edebiliyordum. Neden?
Çünkü onu tanıyorum, biliyorum, güveniyorum. Şimdi cevap daha belirgin oldu
değil mi? Sorun aslında Allah’ın(cc) sözüne komşununkinden daha az güvenmek
değil, Allah’ı(cc) komşumdan daha az tanımaktı. Bilmemekti.
Gönderdiği kullanma kılavuzumu okumadığımdan O’nun(cc) ile
tanışmamıştım da. Beni ne kadar sevdiğinden, koşulsuz, karşılıksız ve sınırsız
sevdiğinden bihaberdim. Nimetlerin tamamını benim için yarattığından, bu
dünyayı ve içindekileri bizim için yarattığından habersizdim. Güneşi, suyu, bu
koca evreni benim için yaratmıştı. Onları bizim hizmetimize sunmuştu.
Habersizdim. Sanki her şey kendiliğinden olmuş gibi yaşayan, oluşumlarını
bilmeyen bir cahildim. Sorgulamayan ve anlamaya çalışmayan bir meraksız.
Merhametinin ne kadar büyük olduğunu bilmiyordum tanışmadan önce. Rahmeti,
bereketi ne kadar çoktu bilmiyordum. Ve azabından habersizdim, en fazla ne
kadar şiddetli olabilirdi ki, hem Allah(cc) affediciydi değil mi? Affederdi
elbet onun için de sözü vardı, “Deniz köpüğü kadar çok olsa da affederim”
demişti. Lakin şartları vardı, tövbe edersem ve bir daha yapmamaya gayret
gösterirsem. Ha diyelim ki tövbe ettim, yine gittim yanlış yaptım ama biliyorum
dönüp tövbe etsem yine affedecek. Çünkü affedeceği hiçbir günah, rahmetinden
daha büyük değil. Bunun bilincinde olmak büyük ferahlık, büyük huzur. Bu huzuru
gönlüme koyana elhamdülillah.
Hem dememiş miydi “Güzel söz söyleyin, yumuşak konuşun,
kalbinizi kötülükten arındırın. Yargıyı, hesabı bana bırakın.”? Demişti elbet.
E öyleyse işine karışmak ne haddimizeydi? Ben en önce kendimi, kalbimi, aklımı
temiz tutmak için çalışmalıydım. Başkasının kalbinin kötülüğü, yaptığı,
söylediği sözler beni ilgilendirmemeliydi. Önce ben ne kadar temizim ona
bakmalıydım. Başkasını yargılayacak kadar kusursuz muyum? O başkasının
eleştirdiğim davranışları bende de var mı? Yargılamak, karara bağlamak
konusunda ne kadar aceleciyiz değil mi? Tek bir bakış, tek bir söz o kişinin
bütün geçmiş ve geleceği hakkında büyük büyük çıkarımlar yapmamıza ve değişmez
katı kurallarımızla onu yargılamamıza yetiyor öyle değil mi? Hatta onurunu
incitecek şeyler söyleyebilecek kadar kötüleştirebiliyoruz kalbimizi. Nedenine,
sonucuna ve iyiliğe hiç temas etmeden… Üstelik her hatamızı affeden, defalarca kere şans veren ve bizi çok seven bir Yaratıcı'ya(cc) kul iken.
Şimdi bakıyorum, ne
kadar temizim ben, ne kadar temiz kalbim, ne kadar arındırmışım kendimi
kötülükten. Yarımım hala… Birçok şeye iyi yönünden bakmaya, en kötünün bile
içindeki iyiyi aramaya, işlere nefsimi karıştırmamaya, zulmedenlere dua ile
karşılık vermeye, Allah(cc) ile bolca vakit geçirmeye, her fırsatta tövbe
etmeye büyük özen gösteriyorum. İyi biri olmak için, güzel bir ayna olmak için,
kalbimi temizlemek için, her fırsatta Allah(cc) ile yalnız kalmak için gayret
gösteriyorum. Lakin insanım nihayetinde… Kusursuz olamam, günahlarım var,
yanlışlarım var, belki değişmez sandığım yargılarım var. Ama güzel söz
söylemek, yumuşak konuşmak, kalbimi kötülüklerden arındırmaya çalışmak benim
elimde. Ben bu elimdekini güzelleştirmeye çalışıyorum. İnanın ki, önce ki
benden çok daha huzurluyum. Tam olarak yapamamış olmak bile hiç çabalamıyor
olmaktan iyidir. İyilik bulaşıcıdır. Şükür ki bulaşıcıdır...
Kalbimizi arındırmaya, önce kendimize bakmaya, önce kendi benliğimizi, nefsimizi temizlemeye özen gösterelim. Gerisi mi? Gerisi çorap söküğü...
Sevgiler...
Kaydol:
Yorumlar (Atom)