27 Aralık 2017 Çarşamba

"Büyümek İstemiyorum Anne"

Birkaç gün önce oğlum ile oyun oynarken aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Anne ben büyümek istemiyorum.

Şaşırdım, çünkü çoğu zaman bir an önce büyük olmak ister.

-O nereden çıktı anneciğim, neden böyle söyledin şimdi, dedim.

- Büyüyünce istediğim oyunları oynayamam, o yüzden büyümek istemiyorum, dedi.

İkna edici bir cevap vermem gerekiyor diye düşündüm, gözlerindeki ifadeden sonra,

- Anneciğim, ben senden büyük değil miyim? 
- Büyüksün.
- Peki ben senin ile istediğim oyunları oynamıyor muyum?
- Oynuyorsun.
- Demek ki büyük olsak da oyun oynayabildiğimiz zamanlar oluyormuş. Önemli olan içindeki çocuğu kaybetmemek.

"İçindeki çocuğu kaybetmemek ne demek" der gibi bakışından dolayı bir açıklama daha yapıyorum.

- İçindeki çocuğu kaybetmemek, benim senin ile büyük olsam da oyun oynuyor olabilmem. Biliyor musun bazı çocukların anneleri onlar ile hiç oynamıyorlar, babaları da. 

Gözlerini büyük bir şaşkınlıkla açıp "Nasıl yani, çocuklar evde hiç oynamıyor mu?" diye sorunca sevinsem mi yoksa diğer çocuklar için üzülsem mi birbirine karıştı.

- Oynuyorlardır tabii ki ama kendileri. İşte o çocukların annelerinin babalarının içindeki çocuk gitmiş oluyor. Çocuk yanlarını kaybettikleri için de çocukları ile oynayamıyorlar. Ben nasıl senin ile oyun oynayabiliyorsam sen de büyüdüğünde oyun oynayabilirsin. Anlaştık mı?

Masumca bakıp, biraz düşündükten sonra üzüntüsünü belli ederek,

- Anne belki o çocukların annelerinin çok işi vardır, ondan oynamıyorlardır ya da belki kardeşleri vardır değil mi? diye sorunca

Kocaman sarılıp, ince düşüncesine aşık olduktan sonra "Belki" dedim. 

Sonra kaldığımız yerden oyunumuza devam ettik, bu defa ben kazandım. Hatta ilk defa ben kazandım :)) 

Her zaman söylediğim gibi, insan karşısındakinin aynasıdır, kendisine ne yansıyorsa hissettirdiği odur. Yapmaya çalıştığım iyi bir ayna olmak, iyi bir ayna yetiştirmek. Bu neden ile de çocuğumun huzursuz, huysuz, hırçın olduğu bir dönemde ilk önce onun ile olan iletişimime bakarım, hemen o birkaç günü gözümden geçiririm. Çocukların bir günü bir gününe uymuyor elbette ama muhakememi yaptıktan sonra görüyorum ki o dönem biraz eksilmiş iletişimimiz, oyunlarımız, beraber geçirdiğimiz vakit, hızlı bir tempo uyguluyorum, on dakikalık oyun bile çok şeyi ifade edebiliyor çocuklar için. Deli gibi kahkaha atıyorlar, mutlu oldukları gözlerine de yansıyor. Bir çocuğun mutluluğundan daha büyük keyif olabilir mi? 

Umarım ki o içindeki çocuk hep capcanlı olur bitanecik kuzum. Seni çok seviyorum 💙










18 Aralık 2017 Pazartesi


Merhbalar, bugünlerde pek blog yazısı yazamıyorum. Aklıma bir şey gelmediğinden değil, küçükken kurduğum bir hayali gerçeğe dönüştürmek ile ilgili bazı çabalarım var bu ara, ondan. Biraz buruk, biraz umutlu, çokça heyecanlıyım. Umarım ki çabalayışım sonuca ulaşır. Duanızı eksik etmeyiniz efendim:). 

Bu hayali oluşturken bir şey düşündüm, derince bir şeyi fark ettim esasen. Ben hayatıma kabul ettiğim insanları çok seviyorum. Sevmediklerime bile yaklaşırken nefsimi karıştırmadan sevgi ile yaklaşmaya, dinginlik ile onları dinlemeye çalışıyorum. Burada bir sorun yok. Biliyorum ki benim hayatım sevgi üzerine kurulu. Fark ettiğim şey benim hiç can kardeş diyeceğim birisi yok hayatımda. Evet bi dolu arkadaşım var ve ben onları gerçekten seviyorum. Bazılarını henüz hiç görmedim ama yüreklerini çok sevdim. Bazılarını içime sokasım geliyor öyle çok seviyorum. Fakat düşününce kimseye karşı perdelerimi sınırsızca kaldırmıyorum. Çokçası gerçek beni tanımıyor bile, şöyle hafif aralamışım perdeyi artık içimi oradan ne kadar görürler ise. 

Çok samimi olduğumu düşünürdüm insanlar ile hatta bu düşünceden rahatsız olurdum. Fark ettim ki aslında oldukça mesafeliyim. Herkesin sınırları vardır, benim de var. Bu sınırları öyle olayım diye zorlayarak yapmıyorum birçok kişinin aksine. Çizgileri ben çizmişim gibi değil de sanki hep varlarmış gibi. Ben o çizgilere ayak uydurmuşum gibi. Çivili değil belki perdelerim ama yine de kaldırıp diğer tarafı göstermek zor benim için. Belki eski ben de böyle değildi. Hatta şeffaftı perdelerim. E kolay olmuyor tabii bir dolu şey yaşıyoruz. Bi dolu acıdan süzülüyoruz. Sonrasında ikiye ayrılıyor karakterimiz, eski ve yeni olarak. Her dokunuş, her tanışma, her söz bizde bir iz bırakıyor. Bazıları derin derin kazınıyor, bazıları sadece değip geçiyor. Ama mutlaka bir iz bırakıyor. 

O kadar şeffaflıktan bu kadar kalınlığa ulaştı ise sınırlarım, derin derin geçmiş izler üstümden. Ben yine de pozitif bakabilmeyi kendime görev edinmiş gibi hep bu kafadayım. Olumlu düşünmek, sevgi ile yaklaşmak, nefsini olaylara karıştırmamaya çalışmak bende izlerin bıraktığı güzellik. Kimseyi en içime sokamayışım ise bu izlerin olumsuz etkisi olmuş da demek istemiyorum. Çünkü mesafeli olmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü kimseden fazla bir şey beklemez, kimseyi gereksiz umutlara sürüklemezsin, hem kendin hem karşı taraf daha az yorulur. Üstelik mesafeli iken de insanlar çok sevilebiliyor. :)

Yine de tüm perdelerimi kaldırdığım bir "kankam" olsa mıydı derseniz sanırım bu istemediğim bir duygu. Birini bu kadar yakınına taşımak ne kadar doğru bilemiyorum. Galiba böyle oldukça mutluyum. Belki de saatlerce aynı konuda mesajlaşmak, sonra buluşup yine saatlerce aynı olayı konuşmak, karşındakinin en ince ayrıntısına kadar ilişkisini her gün anlatması ve bu konuda benden her gün bir fikir beklemesi, ayy yazarken yoruldum, benim için fazla ve gereksiz bir yoruculuk. Böyle bir samimiyete ayıracak vaktim de yok belki de ondan bu şekilde düşünüyorum. Olabilir...
Yine de baktığınızda çevremde kimse benim samimiyetsiz olduğumu söylemez. Çünkü mesele onlar ile ne kadar vakit geçirdiğinden çok, geçirilen vaktin ne kadar dolu dolu olması. Baktığında sıcacık bakabilmek, kırmadan konuşmak. Sevgi ile yaklaşırsan her şey güzelleşir

Sevmek güzel şey, güzel söz söylemek güzel, güzel düşünmek.. 
"Güzel bakan, güzel görür. Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır"

Sevgiler...





16 Ekim 2017 Pazartesi

Sınanmadığımız Acılar...

Doğamız gereği bir çalı parçası gibiyizdir. İnce bir çalıyı kolay şekilde ikiye kırıp ikisini yan yana getirip yine kolay kırabiliriz. Bu işlemi tekrarladıkça kırmak güçlenir. Bizler de böyleyiz. Önceleri kolaylıkla kırılabilirken, kırılmalar fazlalaştıkça artık kırılmamayı öğreniriz. Dayanıklaşırız çünkü. Parça parçayızdır belki evet ama güçlüyüzdür artık.

Peki ne kadar kırılmak gerekir acıtmaması için canı, kaçıncı defasında güçlüyüzdür artık?

Hiçbir şey hissetmeyecek kadar hissizleşmek nedir iyi biliyorum. Soğuğu, sıcağı, başka bir acıyı... Çeşit çeşit oluyor acıya dayanma gücü. Bazısı tek bir "Hayır" kelimesinin yükünü atamıyor misal günlerce üstünden. Bazısının acısını dinlerken için parçalanıyor ve bakıyorsun hala ayakta. Herkes kaldırabileceği kadarı ile sınanıyor muhakkak. Kimisinin bir "Hayır" kadar gücü, kiminde de  tonlar yük omuzlarında.

Birçok şey ile sınandım, bazıları gerçekten çok ağırdı. Derin derin yutkunmalar gerekiyordu geçmesi için, için için ağlamalar. Ve göz pınarlarımı doldurmamam gerekiyordu, mutlu görünmem. Ve mutlu görünüyordum, huzurlu hatta. Hatta dışarıdan kime sorsan "Dünya umurunda değil bunun" derlerdi, o kadar umursamaz görünüyordum. Ve hatta ki gözleri ışıltılı. Demek ki bir hayli üst üste katlanmıştı o çalılar artık. Zordu kırmak. Zaman zaman düşünüyorum da artık alındığım ve kırıldığım bir şey yok benim. Önceden de her şeye alınan bir insan değildim fakat kırılgandım, bir "Hayır" kelimesine bile kırılanlardandım.

Sonra düşündüm hayatımdaki kadınları, onların acılarını. Bazılarının ayakkabılarını giyip onlar gibi düşünmek istedim, ne yaşamışlar anlamak için. Yapamadım. Çok ağırdı. Ve bu insanlar biraz öfkeli, biraz aksiydi yapı olarak. Ve bence biraz öfkeli olmaları, biraz aksi olmaları sakinleştirilmiş haldi onlar için.

Çünkü, kocası son anda ipten alınan, bir çocuğunu genç yaşında kazada kaybetmiş, diğeri defalarca ölümden dönen, diğer çocuğuysa çeşitli hastalıklarla yaşayan ve dört yıl boyunca tek dünyası o olan eşinin her gün ölüşüne şahit olan bir kadının normal olması beklenemezdi. Hatta öfkeli olmak, aksi olmak, evhamlı olmak sadeleştirilmiş haliydi acısını belli etmenin.

Sonra dedim, giyemediğin ayakkabının acısını nasıl bileceksin, şükret acılarına. Teslim ol acıyı gönderip seni sınayana. 

Bilmiyorum ne zaman büyüdüm bu kadar? Herkesi affedecek kadar, çok şeye susacak kadar. Ve susadım demeyecek kadar. Ama büyüdüm. Ve beni büyüten tınılar dolusu kahkalarımın arasındaki nefesimin ciğerime ulaşmasını engelleyen acılarımdı. Misafirlerimdi yani. Geldiler bir çıtayı diğerinin üstüne eklediler ve gittiler. Her geldiklerinde bir kat daha büyüttüler, beslediler. Sonra bir baktım ki olayları sadece kendi gözlüklerimle görmüyorum, başkalarının gözlüklerini de takabiliyorum. Başkalarının ayakkabılarını giyebiliyorum, yürüyemesem de bu onların tarafından bakabilmemi sağlıyor. Bu insanı hataya düşmekten alıkoyan bir şey. Yargılamaktan, ön yargıdan, nefsine uyup bir dolu söz söylemekten alıkoyan bir şey. Bu bir nimet.

Ve söyleyebilirim ki insanları anlayabildiğimden bu yana daha açık bir beynim, daha sakin bir aklım, çok daha yumuşak bir kalbim var. İnsanları anlamaya çalışmak, onları yargılamaktan çok daha kolay, çok daha masrafsız, zararsız. 

Hem kim istemez ki daha az yorgun bir beyne, daha hesapsız bir kalbe sahip olmayı? Öyle değil mi? 


O halde bir sonra ki yazı için sözleşiyoruz :) Sevgiler... 




















10 Ekim 2017 Salı

Kayınvalidem ve Ben

Bugün eskiden de zor olan fakat günümüzde çok daha zorlaşan bir konudan bahsetmek istiyorum. 

"KAYINVALİDE GELİN İLİŞKİSİ"

Eskilerden bu yana "Kayın" kelimesi işin içine girince sanki dişlerini çıkarıp tırnaklarını göstermen gerekiyormuş gibi bir durum oluşmuş. Bunun oluşmasını elbette bir şeyler hazırlamış olmalı, yoksa biliyoruz ki ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Belki kendisi de gelin olan ve bunu bütün zorlukları ile yaşamış ve çocuğuna tırnak içinde söylemek gerekirse Erkek Çocuğuna aşırı düşkünlük, aşırı derece de fazla sevgi, akabinde kıskançlık ve paylaşamama gelin kayınvalide ilişkilerini olumsuz yönde mayalamış durmuş. 

Aslında bu ikili ilişki ülkenin farklı yörelerinde farklı şekillerde yaşanıyor olsa da alt yapı olarak benzerlikleri var. Ben Egede büyümüş bir çocuk olarak bunun çok yumuşatılmış haline şahit oldum her zaman. Annem ve babaannem arasında bir ip vardı bu ip hiçbir zaman serbest kalmadı ve tam olarak da gerilmedi. Zaman zaman şikayetler oldu elbette, söylenmeler, içten içe kızmalar. Ama hiçbir zaman ikisinin karşı karşıya geldiğine şahit olmadım. Aslında babaannem, babaanneliğini annem de torunlarının anneliği işini iyi oturmuştu. Babama da iyi bakıyordu, saygısını koruyordu, babaannem ve diğer akrabalar geldiğinde tebessümünü ve ikramını eksik etmiyordu. Bunlar sanırım ikisinin ilişkisini yolunda tutmak için yeterliydi. Bir gün bir olay olmuş ve annem babaanneme kızmıştı gıyabında ona  "Anne babaannemi sevmiyor musun artık?" diye sormuştum. " O nereden çıktı" demişti. Ona kızıyorsun dediğimde. " Babaannen çok iyi bir kayınvalide, hiçbir şeyimize karışmaz, geldin mi gittin mi demez, evime gelene gidene söylenmez, ondan şikayet edemem." demişti. O zaman bu dediğine inanmamıştım, beni geçiştirmek için öyle söyledi sanmıştım, çünkü kızmıştı bunu görmüştüm. Ama çok sonra anlamıştım, annem o gün doğru söylemişti. Babaannem çok iyi bir kayınvalideydi. Hem ara ara dua bile ederdi, "İnşaAllah senin karşına da babaannen gibi bir kayınvalide çıkar" diye, insan duasına sevmediği bir şeyi dahil eder miydi hiç?

Sonra zaman geldi ve ben İç Anadoluya gelin gittim. Gelip gördüğüm şeyler hiç hoşuma gitmemişti. Kayınvalidem son derece dediğim dedik, son derece otoriter, son derece meraklı ve inatçı ve inanılmaz oğluna düşkün bir kadın çıktı. Yani maç başladığında 5 - 0 mağluptum. Taban tabana zıt görgüler, gelenek, aile yapısı. Bir de bunların hepsine eklenen kayınvalidemin aşırı derecede olan insanlar ne der tutumu. Nasıl uyum sağlayacağımı bilmiyordum. Evden çıkarken annemin nasihati böyle durumlarda hep kulaklarıma çalınıyordu " Sakın bir gün bile saygısızlık ettiğini, karşılık verdiğini duymayacağım, söylenirse söylenecek, kızması gerekirse kızacak sensin demeyeceksin. Böbürlenmeyeceksin, evine geldiğinde güler yüzünü eksik etmeyeceksin, ikramda kusur etmeyeceksin. Güzel geçin. Kendini de ezdirme." Ve bunları hayatı boyunca bana kızmamış olan annem söylüyordu. Şimdi her şey tamam da bütün o söylenen cümleler ile sonda söylenen cümle yan yana nasıl olacaktı. Cahildim, çabuk sinirleniyor ve yeri geldiğinde tahammülsüz olabiliyordum. Suratımın asık olduğu zamanlar da elbette olmuştu. Bir şey olmalı bir yolu olmalıydı anne kız olabilmenin, aradaki el kelimesini atabilmenin. Ortak noktamız ikimiz de aynı adamı çok seviyorduk.

Tabii ki birbirimizi tanıma zarfında keşfettiğim başka şeyler oldu. Sert bir mizacı olan kayınvalidem çok merhametli bir insandı, zamanında gelin kelimesini iliklerine kadar hissettirmişlerdi, bastırmışlar ve susturmuşlardı. Ama o bütün ezilmişliğine rağmen insanları kırmamak için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Görgülerine göre kendi çocuğunun yemeğini bile kendisi yedirememiş, çocuklarını gönlünce sevememiş, eşine ismi ile bile hitap edememiş olan kadın ona bunu yapanlara sevgiyle yaklaşıyordu. " Aman yavrum herkes ettiğini verecek öte tarafta, biz taş atana ekmek atalım." diyordu. Doğru söylüyordu. Yaşantısını öğrendikten sonra onun o dik konuşuşuna, inadına, aksi, dediğim dedik tavırlarına aldırmamayı öğrenmiştim. Çünkü yılların birikmişliği vardı üstünde. Annemin bana tembihlediği ne varsa onu yaşıyordu, tek bir farkla kendini ezdirmemeyi başaramamıştı. Ki kendisi de beni ezmeye çalışmadı hiçbir zaman. Bir vakit sonra fark ettim ki ben seviyordum bu kadını. Çünkü ona hiçbir zaman kayın-validem  gibi bakmadığımı validem gibi baktığımı fark ettim. Bütün düğüm burada çözülüyor aslında. Anne gibi görmek. 

Eğer eve gittiğim gibi kalmayı ve annemin nasihatlerine uymamayı seçseydim muhtemelen şimdi sorunlu bir evliliğim, sürekli huzursuzluk içinde olan dünürler ve karısı ile annesi arasında kalan bir kocam olacaktı. Bin şükür ki bunlar olmadı. Çünkü ben evin kızı olmayı seçtim, eşimin annesini anne olarak görebildim, bu o kadar bulunmaz bir nimet ki hele ki benim çevremde, hele ki bu dönemde. Zamanımız olan  bu ahir zamanın gelin ve kayınvalideleri arasında sürekli bir çekişme, sürekli bir istememezlik, geçimsizlik kesinlikle bu sebepten kaynaklanıyor. Anne gibi görmemek. 

Ben şu yaşıma kadar kendime yapılmasını istemediğim bir şeyi başkasına yapmamaya özen gösterdim. Elbette ki eşimin sürekli olarak annem babam hakkında  itici şeyler söylemesi, beni kendisi ve ailem arasında bırakması hatta ailelerimiz arasında soğuk rüzgarlar esmesine sebep olması istemeyeceğim bir durumdu. O halde ben de bunu eşime yapmamalıydım. Benim ailem benim için ne kadar değerli ise onun için de ailesi elbette o kadar değerliydi. Benim annem ayakları altında cennet taşıyorsa onun annesinin ayaklarının altındaki de cennetti. Ben annemin boynunu öperken derin derin kokusunu içime çekiyorsam o da çekmeliydi. Saygıda kusur etmiyorsam o da etmemeliydi. Hatta bunları yapmıyorsa onu teşvik etmeliydim ailesine daha yakın olması için. Ki eşim fazlası ile annesine düşkün bir adamdır. 

Velhasıl kelam, her işin başı sevgi olduğu gibi bu işin başı da sevgi, anlayış ve empati. Boşuna dememiş ya koskoca Peygamber(s.a.v.) " Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma!" Şimdi kayınvalidem ve ben hala aynı adamı çok seven ve artık birbirini de çok seven iki kadınız. Tırnaklarımızı törpüledik, duygularımızı da. Artık karşı karşıya gelinmesi gereken bir konu olduğu zaman ikimiz o çok sevdiğimiz adama karşı duruyoruz. Bunu ben başardım, üstelik çok zor bir kadına, tamamı ile zıt görgüye rağmen. Sevgiyle, anlayışla ve empatiyle... Sen de başarabilirsin...


"Küsmek ve darılmak için  baheneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın." Mevlana

Sevginiz her an artsın...


7 Eylül 2017 Perşembe

Bir ayna var benden içeri benden ötede...

Bilmiyorum ne zamandan beri aynalara bakmaz olduk.
...

Kaç zaman oldu saymadım aynayla dertleşmeyeli. Evet yanlış duymadınız sayın okur, aynayla dertleşmek benim en sevdiğim dertleşme biçimiydi küçükken. Orada annemin abarttığı kadar güzel olmadığımı fark ederdim ve bu bana güven verirdi. Çok güzel olmak çok iyi bir şeymiş gibi gelmezdi çünkü bana. Ve kusurlarım vardı, hepsini tek tek inceler farklı olanlara ve aynı kalanlara her defasında ayrı hayret ederdim. Ayna en iyi sırdaşımdı. Belki en yakın arkadaşım. Çünkü bana gerçekleri söyleyen bir tek oydu o dönem.

- Evet kızım senin kusurların var.
- Sakin ol çok güzel değilsin .
- Saçının sol tarafı sağ tarafından daha içe girik ve orada sürekli çıkan küçük saçların diğerlerine göre çok kıvırcık ve bu çok gıcık.
- Dudaklarını yeme hiç, öyle yapmasaydın, korkacak da ne varsa.
- Seni sarıp sarmalayacak halim yok, kendinle baş edebilirsin.
- Yapma şimdi karşıma geçip ağlamayacaksın herhalde, bak ben gülerim!

Aynayla dertleşirken, ego diye bir şey silinirdi hayatımdan. Kabul ederliğim artardı. Kusursuz değildim ve bunu bilmem kusursuzdu. Yanlış bir şey yaptığımda, korktuğumda, dudaklarımı yediğimi ondan öğrenmiştim. Bana sarılamazdı evet ama dediğini yaptırmıştı, kendim ile de başkaları ile de baş etmeyi öğrenmiştim. Şöyle diyordu mesela "Evet buradayım karşındayım bir kişiyim, önü ardı bu. Kendin yapacaksın, kendin ağlayacaksın, kendin susacaksın, kendin güleceksin. Hepsi bu."  Ve evet gülmüştü her ağladığımda, çünkü ağlarken çok komik oluyorum. Böylelikle ağlanması gereken dertlerin gülerek geçirilebileceğini öğrenmiştim.

Hiç öyle "Ay aklını mı oynatıyor acaba"lık bir durum değil aynayla dertleşmek. Farkına varmayı sağlıyor çok şeyin tabii ki bakmasını bilirsen, ne amaçla baktığınla da çok ilgili tabii. Misal beni sağlamlaştırdı.

Fakat yeni farkına vardığım bir şey oldu ki aynaya çok uzun zamandır hiç bakmıyorum. Gözlerim en son ne zaman temas etti kendileri ile bilmiyorum. Hiç konuşmuyorum kendim ile dinlemiyorum. Oysa insan en çok kendisini dinlerse çözer sorunları. Bilirse eğer kusursuz olmadığını, egolu olduğunu, belki kıskanç, belki hasta. Varırsa farkına dünyanın onun etrafında dönmediğini. Tek başına olduğunu. Anlar belki o zaman, tek başına olduğu bir hayatta gülmek varken ağlamanın yersiz olduğunu. Her şeyin geçici olduğunu, malın mülkün, insanların, hatta sağlığın.

Mis gibi bir hayat var; tek başımıza başladığımız ve insanları içimize katarak devam ettiğimiz ve tek başımıza bitireceğimiz. İnşaallah ki kendimize daha çok bakalım, iç dünyamızı güzelleştirmek için uğraşalım. Kendimizi dinleyelim. Kusurlarımız olduğunu hatta günahkar olduğumuzu kabul edelim. Demiş üstadın biri, egonu yerle yeksan eden bir söz, " Ne sen üstünsün bir elma yaprağından, ne üstün senden bir elma yaprağı." bunu bilelim.  

Misal bakalım aynaya ve çirkin olduğumuzu görelim, muntazam dudakların, gözlerin ve şahane saçlarının yanında. Kafa tasımıza bakalım ve düşünelim oradaki düşüncelerin ne kadarı işe yarar ne kadarı hatalı, ne kadarı gelir geçer. Kalbimize bakalım ve dürüst olalım ne kadarı iyiliğe ne kadarı boşluğa çalışıyor. Ağzımıza bakalım, gözümüze, kulaklarımızı inceleyelim, burnumuzu, ellerimizi ve ayaklarımızı, sonra düşünelim hepsi için en son ne zaman şükrettiğimizi. Teşekkür ettiğimizi.

İnsanın kendisi ile dertleşmesi kötü bir şey değildir sayın okur. Aksine muazzam bir şeydir, olması gerekir. Farkına varmak için, uyanmak için, daha iyi bir kalbe ve beyne sahip olmak için. Hayatı daha güzel bir şekilde geçirebilmek için.

Hadi bakalım aynaların başına...

Sevgiler...

8 Ağustos 2017 Salı

Hepsi Ayrı Bir Sokaktı




Hepsi Ayrı Bir Sokaktı


Bir sırdı, bilemezdin.
Ne geldi, ne gitti.
Hangisi gerçekten sevdi,
Kim nefret ederek gitti.

Hepsi sırdı ve saklıydı.
Yüzlerinde pembelikler,
Yürekleri güz mevsimiydi.
Sokaktaydı, hepsi ayrı bir sokaktı.

Bazı sokaklar ışıksızdı.
Ve bazıları olağanca mavi.
Kimisi tarlaydı sürülmemiş.
Kiminde rengarenkti evler.

Sonra hepsi gitti.
Ne tarla kaldı, ne renkli evler.
Karanlıktan aydınlığa geçiş sağlandı,
Çünkü orada bütün sokaklar şeffaftı.

Ve hepsi ayrı bir histi.
İfadesi zor ve gizli saklı.
Hepsi birer duyguydu sokakların.
Sustum, çünkü anlatılmazdı.

9 Haziran 2017 Cuma

Son zamanlarda...

24 yaşıma kadar kitap okumayı sevmeyen biriydim. Kitap deyince içime bir sıkıntı bile basardı. Okulda bile okumamak için elimden gelini yapardım. Ah ne büyük kayıp ah... Bence kitap okumayı sevmeye başlamak insanlar ile iyice tanışmaktan geçiyor. Eğer çocukluktan bunu alışkanlık haline getirmediysen. 

Ben yazmayı deli gibi seven biriyken, neden okumaktan bu kadar uzak olduğumu bilemedim. Gerçi bunu hiç düşünmedim de. Sonra yalnızlaşmaya başladım. Düşüncelerden, çok konuşmaktan, insanlardan... Tabii ki bu isteyerek yaptığım bir şeydi. Bu yüzden yalnızlık benim için mutsuzluk simgesi değil, bir keyif aracıdır. Bir vakit sonra bu boşlukları doldurma isteği uyandı içimde ve bu uyanış deli gibi kitap okuma isteğine dönüştü. Sanki tam bir kitap kurduyum da okumayınca rahatsız hissediyorum. Ama iş öyle değildi, benim tam olarak bitirdiğim tek bir kitabım dahi olmadı. Yine de içimdeki bu hisse kulak verdim. Kendime yaptığım en iyi şeylerden birisi bu oldu.

Şimdi gerçekten kitap okuyan ve okumadığın da rahatsız olan bir bireyim. Her türlü yazıyı okumak ile birlikte en sevdiğim tür biyografi. Okumak... Bu içimi huzurlandıran bir duygu.

Sonra sürekli öğrenememekten korktuğum ama öğrenmek için can attığım "Kuran-ı Kerim"i Arapça'sından okumak, hem hayallerimin arasında hem de birkaç deneme yapıp yapıp bıraktığım, sönük bir hareketsizlikti. En sonunda içimdeki büyük isteğe kulak vererek bir hocanın yanına gittim. Ve gelin görün ki öğrenememek basiretsizliğimden başka bir şey değilmiş. Nasıl şimdiye kadar öğrenememiş olduğuma şaşırdım. Çünkü tahminimden çok kısa bir sürede öğrendim. Tabii ki bunu artık çok istemiş olmam da pekiştirdi. Bu sanıyorum biraz da alfabe farklılığından kaynaklanıyor. Aynı gözümde dev gibi büyüme Makedonca için de geçerli, sonuçta oralardan gelmişiz ve aile içinde konuşulan bu dil nasıldır öğrenmek istiyorum. Ve artık eskisi kadar karamsar değilim. 

Yazmayı bu kadar severken ve bu konuda ilerletmem için birçok deneyimli kişiden tavsiyeler almama rağmen bir türlü kısa da olsa bir kitap yazma girişiminde bulunmadım. Ta ki birkaç hafta öncesine kadar. Yazdıklarım genelde kısa birkaç sayfayı geçmeyecek hikayeler olurdu. Ama bir hikayeye başladım ve şimdilik iyi gidiyor gibi. Bakarsınız içime siner.

Evimde, bahçemde bir şeyler üretmek, onların tadına bakmak, mis gibi kokularını içime çekmek hep hayallediğim bir istek. Fakat bir türlü dikiş tutturup da aldıklarımı kurutmadan yaşamalarını sürdürmek nasip olmadı. Elimin verimsiz olduğunu bile düşündüğüm oldu. Ama bu yıl küçük fideler aldım, evde telleyen soğanları bir kaba diktim, sonuç mükemmel oldu. Henüz biberlerimiz domateslerimiz ve patlıcanlarımız tam oluşmadı ama soğanlarımız şahane lezzetliydi. 

Bunları dertleşmek için yazmıyorum tabii ki 'Zararın neresinden dönersen kardır' ya da hiçbir şey için geç kalınmış değildir demek için yazıyorum. Her zaman bir şeylere başlamak için vakit vardır. Belki biraz geçtir ama sonu değildir. Başlamak için çekinmemek gerekiyor, adım atmaktan korkmamak. Beni huzurlandıran bu duygu neden sizin için de aynısı olmasın. 

Son Zamanlarda...

En etkilendiğim kitap - Kanadı Kırık Kuşlar / Ayşe Kulin,
İçimi yumuşacık yapan bir film - Hz. Muhammed Allah'ın Elçisi,
Etkilenerek izlediğim bir dizi - Söz,
Amin dediğim bir dua - Allah gönül genişliği versin.
Güzel bir nasihat - "Oğlum! Gönül genişliği ve kalp temizliği istiyorsan insanların söylediklerine kulak asma, sözlerine aldırma. Bilmez misin ki onlar Yaratıcılarından bile hoşnut değiller, senden hiç hoşnut olurlar mı?" / Abdülkadir Geylânî

Güzel şeyler sen istersen sana gelir, yeter ki içinde güzel şeyleri isteyecek bir kalp taşı.

7 Haziran 2017 Çarşamba

Şimdi Sen Kimsin, Bu Beden Kim...

Ait değildim evime,
Farklı dünyaların hisleri beynimde çalkalanan,
Farklı bir şeyler işte,
Elif gibi, Vav gibi, bazen He gibi nefessiz.

Ait değildim bedenime,
Farklı dünyaların insanları beynimde fısıldaşan.
Başka dünyaların insanları işte,
Ğ kadar gereksiz.

İçimde susturamadığım bu diller kimin
Kimin bu içimden çıkartamadığım sesler.
Oldu olası bir çığırtkan içimde
Ama, oldu olası hep sessiz.

Ait değildim dünüme de
O bensem bugünkü kim o halde
Bakma, bugünüme de ait değilim zaten
Şimdi bu beden, ruhsuz, hissiz, bensiz...

Peki kimim o halde ben,
Nereye yahut neye ait bu beden...
Tek bir şey için varedilişim,
Tek bir şeye aitim.
Aşka...






11 Nisan 2017 Salı

Aşk "Sen" değil sadece

Sahildeki bankta iyice denize daldığı anda gelmişti Ahmet yanına. Onu fark etmedi bile. Ahmet atıldı:

- Heyyy! dalmışsın yine aga ne var o kadar uzaklarda.
Rasim irkildi,

- Yok aga dalmışım öyle., dedi düşündüğü her şeyi saklamaya çalışan bir tebessümle.

Ahmet, Rasim'in bebeklikten arkadaşıydı, nefes alışından bilirdi yalan söyleyip söylemediğini. Anlamıştı yine, Rasim Leyla'yı düşünüyordu uzun zamandır olduğu gibi ama bozmamıştı şimdi onu. Çünkü biliyordu Rasim'i nasıl konuşturması gerektiğini. Ona ince ruh gerektiren bir şey söyleyecek ve Rasim çözülecekti çorap söküğü gibi. O, Ahmet'in derdini giderdiğini sanacaktı ama Ahmet anlayacaktı anlaması gerekeni.

- Aga bak ne diyeceğim. Bir hatun gördüm ha şu bildiğin yerdeki taş kalkmış yürüyor. Taş taş, resmen kalem ile çizilmiş. Bir bacak bu kadar düzgün olur mu ya?

Rasim belli belirsiz bir tebessüm ile
- Ee Ahmet.

- Ne esi ağabey aşık oldum diyorum.

Bu defa iç geçiren bir tebessüm ile

- Aşık oldun öyle mi Ahmet.

-Evet ağabey ne yani ben aşık olamaz mıyım? Bir ince ruh sen de yok ya bende de var bir şeyler. Takip ettim nerede oturduğunu bile buldum yarın önüne çıkıp konuşacağım.

Ahmet ile Rasim birbirlerine hiç de benzemezlerdi. Rasim ne kadar oturaklı ise Ahmet bir o kadar içi içine sığmaz bir yapıdaydı. Rasim ne kadar duygusal ise Ahmet bir o kadar tek düzeydi.

Rasim sustu derin derin denize bakmaya devam etti. Ahmet atıldı:

- Hey aşık oldum diyorum demeyecek misin oğlum bir şeyler?

Rasim dökülmeye başladı, Ahmet başardığı için sevindiğini belli eder bir tebessüm ile onu dinledi.

- Aşk, insanın bir et parçasını sevmesine verilen isim olamaz. Bu, bu kadar basit bir şey değil çünkü. Bir yüz için bir kalp bu kadar hızlı çarpamaz. Yoksa hatırladığında burnunun direği sızlamazdı, gözlerden dökülen yaşlar kafi gelirdi. Özlediğinde kesik kesik bıçak sancıları girmezdi kalbe. Bir iç geçirme ile yoluna devam ederdi insan. Eğer bir et parçasının sevgisi olsaydı sadece aşk, ruh hiç zedelenmezdi.

 " Aşk, insanın uyku ile uyanıklılık arasındaki halidir."

Yaşarken çok net duymazsın sesleri, algısızdır bütün görüntüler. Bir koku duyarsan onu fark etmezsin o an. Ve sonralara erdiğinde bir kokunun seni delirtircesine kederlendireceğini bilemezsin. Ancak uyandığın zaman netleşir her şey. Anlatmaya, sana katmaya çalıştığı ne varsa anlarsın.

O zaman fark edersin ki, uyandığında, bütün büyü bozulduğunda, gözlerinin içindeki çizgileri bile sevmişsindir. Avuç içlerindeki çizgilerin boylarını ezberlemiş, yüzündeki o belli belirsiz benin bile yerini gözlerin kapalı dokunacak kadar işletmişsindir içine. Ancak o zaman anlarsın ki o fark etmediğin kokunun, saçların her teline farklı şekilde sinmiş olduğunu bile ezberlemişsindir. Öyle dudağını değdirip çekmemişsindir yanağına, kokusunu beyninin her hücresine iletecek kadar çekmişsindir içine. Hatırladığında burnunun sızlaması bundandır anlamazsın.

Aşıksan eğer, sütun bacaklarını görmezsin misal, kalem ile çizilip çizilmemesi çok da umurunda olmaz. Güzel gülsün istersin, gözleri parıl parıl parlasın renkleri ya da şekilleri umurunda olmaz.
Hem çok güzel gülsün hep gülsün istersin hem sadece sana gülsün, bir tek sen gör o ışık saçan gözlerini. Gözünden düşmesi ihtimal tek bir damla gözyaşı için kendini kahredersin. Hem deli gibi senin olsun istersin hem koklamaya bile kıyamazsın, saçlarında gezdiremezsin ellerini. Sarılırsın ama iyice sıkamazsın incinmesin diye kemikleri. Yarım yaşarsın ama o yaşadığın yarım olan ne varsa sana ömürler boyu yeter. Her şeyden sakınırsın. Sakınmaktır aşk. Onu kendinden bile sakınırsın. Kendini de sakınırsın, aşıksan eğer bütün insanlar cinsiyetsizleşir bir tek onun dışında. Teke düşer dünya nüfusu.
Ve bunları yaşarken sadece sen öyle hissediyormuşsun gibi hissedersin, uyandığında anlarsın ki o da seni en az senin kadar sevmiştir. Ancak o zaman fark edersin neler kaçırdığını. Uyandığında...

Rasim Ahmet'e döndü Ahmet

- Aga ben anlamadım şimdi gidip konuşmayayım mı yarın?

Rasim kafasını salladı Ahmet bir kahkaha patlattı sarıldılar. Kalkıp yürüdüler. Ahmet havaya baktı. Anlamıştı ki Rasim Leyla ile görüştü ve Leyla'nın kendisini ne kadar sevdiğini anlattığında aklı dank etti. Yaşarken fark etmediği her şeyi kelimeler önüne serince derinlemesine anladı. Pişmanlığını denize akıtması bundandı.


















31 Mart 2017 Cuma

Çocuk Kalbi

Benim canım oğlum, şimdi sana ileride hatırladığında yüzünü tebessümlendirecek bir andan bahsetmek istiyorum. Artık kendi fikirleri olan ve bunları kolaylıkla dile getirebilen bir çocuksun. Kitapta bazen bir kısmı anlatılmış devamının getirilmesi istenen, bazen bir resim verilen ondan bir hikaye oluşturmanı isteyen yahut bazen de kelimeler yerler verilerek hikaye oluşturmanı isteyen ödevlerin oluyor. Olabilecek en kısa cümleler ile o hikayeleri kuruyorsun. Yazmaktan hoşlanmıyorsun ya hani ondan. Özeti istenen hikayelerde ise maksimum 3 cümle ile özeti sonlandırıyorsun. Ben daha uzun yazman gerektiğini söylediğimde " Onu sen öyle anlamışsın, ben böyle anladım" diyerek çenemi kapatıyorsun :).
Fakat dün ki ödevimiz de "Atatürk'ü düşünün ve ona onunla ilgili fikirlerinizi ve ne hissettiğinizi belirten bir mektup yazın" bölümü vardı. Neler söyleyeceğini çok merak etmiştim. O kadar basit düşündüm ki sen anlatınca utandım. Sadece "seni seviyorum iyi ki varsın" gibi kısa ve net bir iki cümle söylersin sandım. Tabii böyle düşünmemi yazmayı sevmiyor olman ve her konuda en kısa cümleleri bulmaya çalışman da tetikledi. Şöyle gelişti ki;
- Anne burada bir şeyler yazıyor ama ben pek anlamadım. Atatürk ile ilgili bir hikaye mi yazacağım?
Ben baktım soruyu okudum,
- Hayır Atatürk'e bir mektup yazman isteniyor, dedim.
- Hadi yaa!! Gerçekten mi? Atatürk'e mektup mu yazacağım? Atatürk okuyacak mı yani? Nasıl okuyacak? gibi cümleler ile heyecanını belli ettin.
 Ben okuyamayacağını ama onun seni izlediğini ve bu mektup için çok mutlu olacağını söyledim. Ve senden neler hissettiğini söylemeni istedim. Aynen şunları söyledin:

- Atatürk sen bizi düşmanlardan kurtarmışsın.  Atatürk seni çok seviyoruz. Atatürk sen iyi ki varsın. Atatürk Allah seni iyi ki yaratmış. Atatürk sen olmasaydın biz eksik kalırdık. Atatürk sen iyi ki doğmuştun.

O kadar mutlu oldum ki bu kadar derin düşünebildiğin için. " Allah seni iyi ki yaratmış ve sen olmasaydın biz eksik kalırdık" diyeceğini düşünmemiştim. Utandım o yüzden. Sonra söylediklerini yazmanı istedim. Kalemi aldın yazacaktın bana dönüp:

- Anne neydi? dedin, ben söylediklerini söyledim sen de yazdın. her cümlenin başında Atatürk demediğim için bana kızdın, " Atatürkleri unutuyorsun" diyerek. Yüzündeki o gurur dolu bakışları gördüğüm için çok mutluyum.

Bütün çabam seni iyi yetiştirmek için.Değerlerini bilen, tarihini bilen, içinde vicdanı, merhameti bol, her şeye bir çiçekten bir kum tanesine her şeye ve herkese sevgi ile bakabilen, adil ve güzel bir yürek taşıyan bir birey ol istiyorum. Bunun için de sana güzel bir ayna olmaya çalışıyorum. Umarım yıllar sonra bunları okuduğumuzda güzel şeyler yapmış olarak buluruz kendimizi. 

Seni çok seviyorum, küçük boylu dev adam.

23 Mart 2017 Perşembe

Platonik

Tanısaydın, çok sevmezdin belki ama hep severdin.
Öyle gülüp geçmezdin.
Tanısaydın, ... Vazgeçmezdin.
Öyle uzun uzun cümleler kurmazdın bir şeyleri anlatmak için gözlerindeki her şeyi okuduğumu fark ederdin.
Tanısaydın, cümleye başlarken ya da konuşma bittiğinde "Aman ha aramızda" demezdin, bilirdin ki tüm benliğimi sana adamışım ben.
Tanısaydın, bir karar almadan, önce olumsuz bütün yönlerini düşündüğünü, düşünürken kafanı kaşıdığını bildiğimi bilirdin.
Bilirdin senin o herkese gösterdiğin dik başlı, umursamaz tavrının sen olmadığını bildiğimi,
Gerçek seni, içerilerde bir yerlerde kırılgan, sessiz  ve sıcacık bir çocuk olarak sakladığını gördüğümü bilirdin.
Ama tanımadın,
Sevmedin de...
Gitmeyi seçtin ama,
Gitmedin de...

21 Mart 2017 Salı

İstemsizlik

Bazı şeyler istemsizce olur; öksürmek gibi, hapşırmak gibi, esnemek gibi,
Ya da "ÖZLEMEK" gibi...

2 Mart 2017 Perşembe

Bahar Şenliği

Marta girdik bin şükür... Mis gibi bahar şimdi...


İnsan "Hangi mevsimi seviyorsun?" sorusuna genelde yaz diye cevap verir ya da belki kış. Ama bahar en güzeli mevsimlerin, en canlısı, en tazesi. Ne donduran soğuğu vardır ne yakan güneşi, kararındadır her şey.  


Yağmuru vardır mis gibi, 


Taze çiçekleri, diğer hiç bir ayda olmayan ağaç çiçekleri.


 Kokusu misal insanın başını döndüren... Her şey ama her şey güzeldir, renklidir. 


Bahar girince içim daha bir parıltılı olur ve daha bir umutla bakar gözlerim.
Bahardandır belki içimdeki ışığın aydınlığı,
Bahardır içime işleyen mis gibi çiçek kokuları...


Her baharda sanki ilk defa o zaman doğuyormuşum hissi gelir ve tazelenirim baharla birlikte ben de.


Her mevsim bahar olsaydı eğer gıkım çıkmazdı emin olun,
Yağmuru bu kadar seven biri olarak, çiçekleri ve şahane doğayı...
Baharın şahane kokusunu mis gibi kokusunu içinize çekin bahar ile yenilenin temizlenin tazelenin...
Sevgiler...

13 Şubat 2017 Pazartesi

Sahiden

Bilmiyorum ne kadar derinde acılarım,
Kabukları kopmuş olanları da var,
Bir türlü kabuk bağlayamayanları da.

Bilmiyorum ne kadar gerçek yaşananlar
Sevgi ne kadar gerçek,
Özlem ne kadar,
Aşk ne...

Derin derin izleri var hislerimin,
Öyle bakmakla göremeyeceğin,
Her biri gülüşümün tınısında saklı olan.
Hepsi gerçek,
Hepsi içten,
Hepsi... Neyse...

Anlatmakla anlayamayacağın şeylerden bahsetmeyeceğim sana,
Zira hissederken bile anlamadın gözlerimin edasını.
Kalp ritmimin bozulmasına sebepti aşkın,
Anlamadın...

Sadece ritimlerimi bozmadın,
Aklım da hafif kırıktı hani,
Yanan bir ciğerim vardı
Ve inan hepsi, sahiden, sadece sanaydı.

Zaten ben başka bir nefes de tanımadım,
Bu kadar ciğerden gelen...

Bana öyle anlar verdin ki
Unutulması imkansız,
Her bir zerrem de derin derin hissedilen.
Şimdi, unutabilir misin,
Paramparça ettiğin beni?
Ben, bin kere yansam, yine de unutamam...


6 Şubat 2017 Pazartesi

Günlük

İnsan hayat koşturmasında birçok şeyi unutuyor. Hatırında kalması için dua ettikleri bile bir bir tarih oluyor. Hele ki evladı ile ilgili her ayrıntıyı her anını tek tek hatırda tutmak istiyor. Tabii bu mümkün değil. Çünkü sürekli yenileri ekleniyor. Bunun için günlük yazmak bazı anıları hatırlamada iyi bir yaklaşım diye düşünüyorum. Her gün olmasa da zaman zaman yazmaya gayret ediyorum, özellik ile oğlum ile ilgili olanları. Bugün de onlardan biri olsun.

Bugün kendisinin deyimiyle 17 günlük tatilimiz bitti tekrar okula başladık. Ve sen yavrum arkadaşlarını ve öğretmenini özlediğin halde, gitmek istemediğini belirttin. Hatta beni suçladın," Öğretmenimiz artık okul bitti, tatil dedi, sen beni zorla okula göndermek istiyorsun" diyerek. Kısa bir açıklamadan sonra ikna olundu, okul için hazırlanıldı. Aslında okul konusunda beni çok şaşırttın. Çünkü okul öncesi dönemde, 1,5 2 yaşından beri o kadar çok hevesliydin ki okul için, yazmak için, okumak için. Ödev yapmakta bu kadar zorlanacağın, sıkıntı çekeceğin hiç aklıma gelmedi. Gerçi bu sıkıntıda derslerin aşırı yoğun, ödevlerin aşırı çok ve tehditkar öğretmenin etkileri de yok değil. Çünkü her öğrenci, " Ödevlerinizi yapmayın da bakın yarın ne kadar çok vereceğim", ya da " Yarın ki yazılıya çalışmazsanız hepiniz zayıf alırsınız" diyerek yaklaşan bir öğretmenin dersini sevmekte zorlanır. Yine de her gün o zorlu ödevleri, derin derin yutkunarak, hıçkırarak, mide bulantısı geçirerek ve karnını açarak da olsa tamamını yaptığın için hayranım sana. Artık okuyabiliyoruz, okulun en sevdiğin yönü istediğin her şeyi yardımım olmadan okuyabiliyor olman oldu. Yazmaktan pek hoşlanmıyorsun.

Resim yapmak, müzik yapmak büyük keyif aldığın bir ikinci bölüm. Hatta resim konusunda artık bir ressam evimiz oldu, tuvaller, boyalar, fırçalar, paletler, kağıda yapılan resimleri beğenmemeler falan, bayağı bir ilerleme kaydettik. Ve benden ziyade sen gerçekten şahane resim yapıyorsun. Birçok ayrıntısını yapıyorsun artık resimlerin, evin perdeleri, kapının anahtar deliği, yerdeki şeylerin gölgeleri. gökkuşağının renk sırası çok önemli mesela ya da ayıyla yıldızıyla bir gece resmi yapmış olman güzel ayrıntı benim için. Müzik aleti olarak şimdilik evdeki her şey kullanılabiliyor, sonra belki ilerde şekil değiştirirler orasını bilemem.

Futbola yazılmak için resmen gün sayıyoruz, çünkü uzunca bir süredir futbol oynama aşkın devam ediyor. Ben elinin daha iyi olduğunu düşündüğümden basketbol oyna istemiştim. Yine artık beni şaşırtmayan cool'luğunla cevap vermiştin, " Ben çok uzun boylu olmak istemiyorum ki, futbol oynamak istiyorum, basketbolu zaten iyi oynayabiliyorum" " Tamam, peki başka sorum yok" edasına giriyorum mecburen ben de.

Aslında futbol aşkına teşekkür etmem gerekiyor, çünkü artık yemek yiyorsun, hepsinden değil ama eskiye göre çok şükür Allaha kıvamındayım. Her gün şükrediyorum bunun için.

Ben de en az senin kadar heyecanlıyım. Büyüdüğünü görmek heyecanlarına şahit olmak ve onları hissetmek çok başka bir duygu. Kendim için şunu söyleyebilirim ki, iyi ki kalbi geniş bir insanım. Seni çok seviyorum ve bunu doğru şekilde ifade ettiğimi düşünüyorum. Mutlu olman için, evim kirlenir, duvarı boyarsan ne olur, yere dökülen leke çıkmazsa ne yapacağım gibi düşüncelerim yok çok şükür. Çünkü senin mutlu olman benim için önemli olan, sen mutlu olduktan sonra, zaten apartmanların içinde sıkışmış hayatlarımıza bir de sana evde sınırlar koymak çok anlamsız geliyor bana. Çevreyi, rahatsız etmemek konusuna özen göstererek evde dilediğimizi yapıyoruz.

Mutlu olman için elimden geleni yapmaya çalışıyorum güzel çocuğum. Benim çok güzel çocukluğum geçti. İstiyorum ki sen de büyüdüğünde çok güzel çocukluğum geçti diyebil.


9 Ocak 2017 Pazartesi

Değişmeyen Anlar

Hayatımız için söylenen en doğru söz "Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir." Hayatımızda sürekli olarak bir şeyler değişiyor ve biz bunları hiç yadırgamadan, sanki zaten hep öyleymiş gibi kabul ediyoruz. Alışıyoruz, hızlı ve de değişimsiz olarak.

Ama hiç değişmeyen şeyler de var sözler mesela " Ana baba gibi yar olmaz" gibi. Dünyanın ilk kurulduğu andan beri her şey değişmiş fakat bu söz tazeliğini hep korumuştur. Koruyacaktır da. Uzaya da çıksan, gidip Mars'a da yerleşsen bu söz tazeliğini yitirmeyecek.

Evlat için de aynı duygular geçerli hatta kesinlikle daha baskın.

Aşk dünya kurulduğundan bu yana olan ve doyulması imkansız şahane duygu, hiçbir çağda bitmemiş ve dahaki hiçbir çağda bitmeyecek.

Sonra insanın kendisi ile ilgili olan şeyler var. Mesela herkesin herkesten sakladığı bir sırrı mutlaka vardır. En geveze, ağzı lafsız duramayan insanın bile söylememek için direndiği bir sırrı mutlaka vardır.

Bir şarkı misal hep durur kalbinin derinliklerinde. Tamamı ile kendisini anlatan bir şarkı bulur insan, toncasını dinlese de hep ona sığınır. "Sen de bi' bıkmadın şu şarkıdan" derler belki ama sen vazgeçmezsin defalarca kere aynı lezzetle dinlemekten. Misal benimkisi Kazım Koyuncu'dan İşte Gidiyorum. Sanki oturup benim için yazılmış, sanki sadece bana özel, sanki bu şarkıda benim hissettiklerimi başka hiç kimse hissedemezmiş gibi, öylesine bana ait, öylesine içim.

İşte Gidiyorum

Çok etkilendiği bir kitap mutlaka vardır. Ağzını "Vay be" der gibi yaparak okuduğu, büyük keyif aldığı ve defalarca okuyabileceği.

Bir film, hıçkıra hıçkıra ağlatan seni, ya da kahkahalar dolusu güldüren, yahut korkudan uykularını kaçıran ama izlemekten bıkmayacağın bir film.

Sonra hayaller mutlaka tazeliğini korur. Çağlar çağlar geçse de insan hayal kurmaktan vazgeçmez. Hiç hayali olmadığı düşünülen insanın bile " Ulan bi' şöyle olsa şunu yaparım." , diye cümleye başladığı sadece maddiyata dayalı da olsa hayali vardır.

Dilekler hiç değişmez mesela " Sağlık, huzur, mutluluk, bereket" hep, herkes için, her özel günde dilenir.

Umuttan hiç vazgeçilmez. Geçilmemelidir de. En çıkılmaz durumlarda en inançsız insan bile bir cümleye bağlar bütün durumu " Dur bakalım, Allah büyük!".

İnsan olarak doyumsuz olsak da aslında sınırlarımız keskindir. Eski iyidir, değişmek yenilenmek güzel olsa da aynı kalan şeyler de keyiflidir. Sıkı sıkı sarılacağımız özlerimizin olması güvende hissettirir.

En azından beni ;)

Sevgilerle.


2 Ocak 2017 Pazartesi

Güzel bir sayfa

Güzel bir söz var sayın okur " 365 sayfalık bir defter var elinde, şimdi iyi bir yazar ol ve pişman olma". Bence tam olarak bu yapılması gereken. Her birey kendi defterini bitirdiğinde, mutlu olunacak şeyler yazarsa iyi bir yıl geçmiş olur. 

Maalesef ki bu yıl yaşadığımız en zor yıllardan biriydi. Bombalar, şehitler, patlamalar, darbe girişimi, göçler, göçemeyenler, kendi ülkende yabancı gibi hissetmen, korkman. Hepsi birleştiğinde ve hepsini art arda anlattığımızda sanki hiç güzel bir olay yaşanmamış ve biz hiç gülmemişiz gibi bir algı oluşur.  Ama mutlaka ki toplu toplu yaşadığımız acıların yanında teker teker güzel anılarımız olmuştur. Evlenenler oldu mesela, çocuğu okula başlayanlar, ev alanlar, doğum yapanlar, üniversiteyi kazanlar, mezun olanlar. Bir beklenti içinde olanlar beklediklerine kavuştuğunda içimizi de dışımızı da kaplayan güzel anılarımız oldu tabii. 

Mesela benim oğlum okula başladı, ben de onunla beraber öğrenmeye başladım. Onun o okumaya çalışırken ki ağzını şekilden şekle sokması, okuduktan sonra derin nefes vermesi ve buna şahit olmak şahane. Derin bir futbol tutkunu olan çocuğumun kalecisi olmak. Ben bir kadınım diye kendisinin benimle voleybol oynama çabası. Sebebi benim de gönlümün olması. Pahabiçilemez. Sonra çok sevdiği kekin malzemelerini ezberlemiş olması. Okul anılarını anlatması. Onunla çizgi film izlemek, resim yapmak. Müthiş derecede kötü bir resim yeteneğimin olmasını onu güldürmek için kötüleştirdiğimi sanması. Boyama yapmak. Uykusu gelince gelip kucağıma kıvrılması. Dünya üzerindeki hiçbir şey ile karşılaştırılamayacak kadar kıymetli. İnsanı uyurken bile tebessüm ettirecek başka bir varlık yok. Ne kadar fazla zaman geçirirsem geçireyim, eksik hissediyorum kendimi zaman zaman, sonra bu anların neredeyse hepsinin güzel geçtiğini düşününce şükrediyorum. 

Kendime gelecek olursak, bu yıl kazandıklarım: 
Çok geç yaşta kitap okumaya başlayan biri olarak bu yıl sınırlarım dahilinde ruhumu doyuracak kadar kitap okuyabilmiş olmak,
Hiçbir işi yarım bırakmamak yahut yarım bırakacağımı bildiğim işi elime almamak,
Hala olarak dünyanın en tatlı Lokumuna sahip olmak,
Daha fazla hal hatır sormak, insanlar ile daha sıcak ilişkiler kurmak,
Hayallerimin peşinden koşmuş olmak, 
Mutlu olmak için değil huzurlu olmak için bir şeyler yapmak ve büyük kazanç sağlamak(Çünkü huzurun yerindeyse mutlu olmak olası),
Üretken olmaktan mutluluk duymak ama yorulmak,
Farkındalığımı arttırmış, iç dünyamı genişletmiş ve içimi büyütmüş olmak,
İçime uzun bir yolculuk yapmış olmak, orada güzel şeyler bulmak ve onları gün yüzüne çıkarmak,
Suskunlaşmak, 

Bu yıl için beklentim, bu yapmış olduklarımı geliştirmek, daha fazla kitap okumak, daha fazla sevmek, kendimi değil ruhumu beslemek, çocuğumla daha fazla oynamak, daha fazla vakit geçirmek
onu daha fazla koklamak, bolca dua etmek, bolca şükretmek, bolca kıymet bilmek.

Defterimi güzel doldurmak istiyorum, pişman olmamak için sizler de defterinizi bolca güzel anıyla doldurun.


Sevgilerle, iyi yıllar...